Bazı insanlar, diğer bazı insanlar tarafından sevilmezler; hatta “insan” olarak anılmaması için bilimsel(!) tezler uydururlar.

17. Ve 18. Yüzyıllarda, açık denizlere çıkabilecek gemiler yapan Avrupalılar, ellerinde garip haritalarla yola çıkarlar. Okyanusların azgın dalgalarıyla boğuşarak ve bazıları derin sularda kaybolarak, farklı kıyılara ulaşırlar. Tam olarak nereye gittiklerini bilemeden kimi Afrika kıyılarına, kimi de Amerika kıyılarına ulaşır.  Uzak doğuyu unutmayalım; sözünü ettiğimiz coğrafya oldukça geniş bir alan. Gittikleri yerlerde tatil yapmazlar kuşkusuz; sömürge kavramı o dönemde gelişir. Yerlileri ‘hayvan’ veya ‘insan olmayanlar’ olarak tanımlarlar.  Bunun nedeni araştırılırsa, yaptıkları işgal ve kıyımın haklı gösterilmesi gerekçesi ortaya çıkıyor.

Bu gelişmiş(!) istilacılar, gittikleri yerde işlerine yarayacak her türlü madeni, gıdayı yine o koca gemileriyle kendi kral ve kraliçelerine taşıyıp, daha çok kaynakla daha uzaklara ve yeni maceralara yelken açarlar. Çok geride kalmış ve sadece tarih kitaplarının sararmış sayfalarında kalmış gibi görünen bu gerçekler sömürgeci mantığını açıklamak için en iyi deliller. Sevmedikleri ırkların, sevdikleri kaynakları…

Sayfaları biraz daha hızlı çevirelim ve 19. Yüzyıla gelelim. Artık Avrupa’nın zengin ve güçlü ülkeleri olarak ortaya çıkan; İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya gibi güçler için kendi aralarındaki güç savaşlarının yanı sıra, kaynakları çok cazip gelen yakın doğu ve Ortadoğu bölgesinin de şekillendirilmesine, petrolün, gazın kontrolünün sağlanmasına dair plânlar yaparlar. Modernize edilmiş sömürgecilik yani. 1. Dünya savaşının başlaması da, sonrasında Anadolu’nun başına çorap örülmesi de aynı nedenlere bağlı. Bilinenleri tekrar anlatmaya gerek yok elbette; batının tek hedefi olan; Osmanlı hükümranlığını Asya’ya doğru sürme gayreti, çelik silahlarının Anadolu’da kayalara takılıp kalması ile sekteye uğrar.

William Ewart Gladstone örneğini verelim; İngiliz politikasının en önemli simalarından biri, 1875 ve sonrasında Osmanlının toprak ve saygınlık kaybında başrolü oynamış. Ama daha önemlisi; politikasını Hıristiyanlığın üstünleri temsil ettiği fikrine dayandırmış ve her söyleminde Osmanlıyı Avrupa’dan sürmek, etkisiz kılmak var. Bugünün Avrupa’sında kaç W.Gladstone var? Türkiye’nin Avrupa birliği serüveni tam bir yılan hikâyesidir; gün oldu görüşmeler askıya alındı, Avrupa’ya nefret gösterileri yapıldı, gün oldu bize ’evet’ dediler diye gündüz vakti havai fişekler atıldı. Şimdilerde yine küstük.  

Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959'da, tam 57 yıl önce Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı ortaklık başvurusu ile başlar. AET Bakanlar Konseyi başvuruyu kabul eder ve 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanır; üyelik koşulları gerçekleşene kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşmasıdır bu. 1964’den bu yana krizler ve el sıkışmalar, aile fotoğrafları ile geçen yıllar. Bu arada Avrupa’da bazı yeni ülkeler ortaya çıkıp Avrupa Birliği üyesi oldular unutmayalım.

ANNE BİZİ NEDEN SEVMİYORLAR? Neresinden başlasak ki anlatmaya?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner15