Bazı kitaplar vardır; çerez gibidir ama lezzetli çerezlerden. Okumaya çalışırım sıkça. Fırsat bulduğumda kitap alırım; kimini hemen yutarım, kimi bir süre bekler rafında. Bazen de unutulur bir zaman; sonra elinize geçer, hatırlatır kendini. Geçenlerde bir öykü kitabı aldım; “Bakele”  Sezgin Kaymaz kaleme almış.

Öyküler dediğim, kısa kısa kaleme alınmış, üç aşağı beş yukarı hepimizin yaşadığı ya da duyduğu cinsten yaşam parçaları. Özgün, sakınmadan, abartılmadan kullanılmış bir dille anlatılmış her biri. Okuduğunuz öykü kitaplarında bazı öyküleri seversiniz, bazıları yavan gelir size;  geçmişte yaşadığınız yer ve zamanla bağlantılıdır çünkü beğeniler. Kiminde kendinizi, kiminde sevgilinizi ya da ailenizi, kiminde de kendi döneminizin parçalarını bulursunuz. Her öykünün sizi etkilemesi zordur. Sıkılmadan, kimi gülümseyerek, kimi bazı satırları, betimleri tekrar okuyarak bitiverdi S. Kaymaz’ın kitabı.

Kitaba adını veren Bakele’yi anlattığı bölüm çok etkileyici. Bakın aynen alıntılıyorum;

…“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?  Anlattı. “Canım” demekmiş. Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümüzün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve …                                                …İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “Malım” demiş olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmî, soğuk. Ama kendinden tarafa baksın istiyormuş. Onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele…” demiş. Devamını getirebilecekmiş gibi.

Bakele dönüp bakmış…  …bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim…” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım demek istediğini”

Aşk, âşık olduğunda yekvücut olmakmış. Öyle dedi dedem.

Bu, kitaba adını veren öykü. Eline sağlık yazarın. Merak ettiyseniz, var kitapevlerinde.                            Başka öyküler de var ama hepsinden alıntı yapmaya yerim yok; bilmem kitap alır okur musunuz arada bir?

Aslına bakarsanız, yeni bir bahanemiz var kitap okumamaya; artık avucumuzdaki akıllı telefonlarda hem gazete, hem dergi ve hem de bir sürü kitap var. Bir arkadaşımın elinde görmüştüm; “Yeni tablet mi aldın? Dedim, “Yok” dedi, “Bu e-kitap” Binlerce sayfayı, istediğiniz puntoda, ışık ayarı bile yapıp, küçük bir kitaplık gibi çantanızda taşımak, hiç de fena bir teknoloji değil elbette. Biraz aldım elinden kurcaladım. Birkaç sayfayı konforlu bir okumayla deviriverdim; elimden aldı, “Tamam, git kendine al bir tane” dedi, “İnternette, …sitesinden bak; ucuza bulursun” dedi.

Konforluydu, pratikti, tamam ama eksik bir şey vardı; kâğıt kokusu, kitap duruşu olmadan, o elektronik    –ışığı gözüne ve ortama göre ayarlanabilir bile olsa-  sosyal medyada insanların “İletişim” sandıkları robotik ilişki gibi algıladım e-kitapla aramızda geçenleri. “Ayraç” koyamadan, bir kitapevinde dolanıp, birkaçının sayfalarını çevirip incelemeden, bu aşkı yaşayamadım; ısınamadım yani…

“Artık kitaplar böyle okunacak, öyle kitapçılar falan da olmayacak” diye bir yasa çıkmazsa, arada bir kitapevi dolaşıp, onlara dokunup sayfalarını çevirmeyi, eğri büğrü oturup, öyküleri, romanları devirmeyi sürdürmektir niyetim; e-kitaplarla aram yok.

“Aşk, âşık olduğunda yekvücut olmakmış. Öyle dedi dedem”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner15