Gerçek Muhabir

Gülşah Deniz Atalar: "Devlet Tiyatroları’nı bir siyasi parti sahnesine, konservatuvarları bir sessizlik alanına çevirmeyin"

GÜNDEM

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülşah Deniz Atalar, Etimesgut Belediye Başkanı Erdal Beşikcioğlu ile kültür politikaları, devlet tiyatroları ve Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda yaşananlara ilişkin yaptığı açıklamada "Buradan çağrımız, kültür kurumlarını siyasi sadakatle değil, sanatsal liyakatle yönetin. Devlet Tiyatroları’nı bir siyasi parti sahnesine, konservatuvarları bir sessizlik alanına çevirmeyin. Bizim mücadelemiz, yeni bir düzen kurmak için değil; Cumhuriyet'in emanetini ehline teslim etmek içindir. Cumhuriyet’in kültür politikası, 'itaat eden sanat' değil; düşünen, sorgulayan, özgür bir sanatı savunur. Ve biz bu ilkeyi, her koşulda savunmaya devam edeceğiz" dedi.

CHP Kültür ve Turizm Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülşah Deniz Atalar, Etimesgut Belediye Başkanı Erdal Beşikcioğlu ile birlikte CHP Genel Merkezi'nde kültür politikaları, devlet tiyatroları ve Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda yaşananlar hakkında parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Deniz Atalar şöyle konuştu:

"Cumhuriyet’in kültür devrimleri, bir toplumun yalnızca siyasi değil, zihinsel ve ruhsal özgürlüğünü de hedeflemiştir. Atatürk’ün devrimleri, bir ulusun kendi aklıyla düşünmesini, kendis sesiyle üretmesini ve çağdaşlaşmasını sağlamıştır. CHP'nin altı oku da bu vizyonun her satırında yaşamaktadır. Halkçılık, kültürü saraylardan alıp halka taşır. Devrimcilik, sanatı dogmadan kurtarır. Laiklik, özgür düşüncenin sahnesidir. Devletçilik, kültürü ekonomik rekabetin değil, kamusal adaletin konusu olarak görür. Cumhuriyetçilik, sanatı milletin ortak değeri yapar. Ulusçuluk ise çok sesliliğin ortak vicdanında buluşan yurttaşlık bilincidir. Kültür devrimleri, Cumhuriyet’in yurttaşlık bilincini diri tutan en güçlü damar olmuştur.

"Tiyatro, halkın aydınlanma alanıdır; sözüyle, eleştirisiyle, vicdanıyla toplumu dönüştüren bir aynadır"

Devlet Tiyatroları, bu devrimlerin yalnızca bir kurumu değil, fikri mirasının sahnesidir. Tiyatro, halkın aydınlanma alanıdır; sözüyle, eleştirisiyle, vicdanıyla toplumu dönüştüren bir aynadır. Bu nedenle, Devlet Tiyatroları yalnızca bir sanat kurumu değil; bu misyonu anayasal güvenceye kavuşturan bir Cumhuriyet'in aydınlanma sahnesidir. 5441 sayılı Kanun’un birinci maddesinde açıkça belirtildiği üzere, bu kurumun görevi 'yerli ve yabancı eserlerle halkın genel eğitimini, dilini ve kültürünü yükseltmektedir. Aynı yasa Devlet Tiyatroları’nın sanatsal faaliyetlerinde özerk bir yapıya sahip olmasını da güvence altına alır.

"Tiyatronun sahnesinde bu müdahale kültürel bir vesayet kurma girişimidir"

Bu özerklik, sanatın siyasal baskılardan korunması, estetik ölçütlerin idari takdirin önüne geçmesi için vazgeçilmezdir. Dolayısıyla bu kurumun görevi yalnızca oyun sahnelemek değil; Cumhuriyet’in kültür felsefesini özgür sanat ilkesiyle yaşatmak ve halka taşımaktır. Ancak bugün bu felsefenin yerine AKP iktidarının kültürel hegemonya stratejisi hayata geçirilmek istenmektedir. Sanatın özgürleştirici gücü törpülenmekte; kültür, siyasetin ideolojik vitrini haline getirilmektedir. Bu, yalnızca bir yönetim anlayışı değil, Cumhuriyet’in kültür kodlarına karşı yürütülen sistematik bir tahribattır. Tiyatronun sahnesinde, üniversitenin kürsüsünde ve sanatçının diline uzanan bu müdahale, bir 'kültür politikası' değil, kültürel bir vesayet kurma girişimidir.

"Devlet Tiyatroları’nın sanatın evi olmaktan çıkarılıp bir idare binasına dönüştürüldüğünü dile getirmektedir"

Tiyatro, Cumhuriyet’in düşünce sahnesidir. Ve o sahne karartılamaz. Bugün ise o sahne, o felsefenin tam tersine, siyasetin dekoru haline getirilmektedir. Tamer Karadağlı’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne atanmasından bu yana kurum, sanatsal üretimden çok yönetim krizleriyle gündeme gelmiştir. Köklü bir kurumsal geleneğe sahip Devlet Tiyatroları’nda yıllardır sanat kurullarıyla alınan kararlar, artık kişisel tercihler ve yakınlık ilişkileriyle belirlenir hale gelmiştir. Repertuvar seçimleri, görev dağılımları ve turne planlamaları dahi danışma kurullarının değil, genel müdürün takdirine bırakılmaktadır. Bu durum, kurumun özerkliğini zedelemekte ve sanatın kamusal niteliğini ortadan kaldırmaktadır. Kurum içinden gelen çok sayıda sanatçı da genel müdürlük makamının yetki sınırlarını aşarak sanatsal alana müdahale ettiğini, bazı sanatçıların keyfi biçimde sahnelerden uzaklaştırıldığını ve Devlet Tiyatroları’nın sanatın evi olmaktan çıkarılıp bir idare binasına dönüştürüldüğünü dile getirmektedir.

"Bir sanat kurumunda yönetim, otoriteyle değil; itibarıyla var olur"

Bir sanat kurumunda yönetim, otoriteyle değil; itibarıyla var olur. Bugün ise o itibar, kişisel sadakat ilişkilerinin gölgesinde aşındırılmaktadır. Bu tabloya ek olarak, Tamer Karadağlı’nın kendi dönemdaşını Başrejisörlük görevine atamasının, yalnızca etik değil, mevzuata aykırı bir liyakat ihlali olduğunu da Afife Ödülleri'nde gördük. 5441 sayılı Kanun ve Devlet Tiyatroları Görev ve Çalışma Yönergesi’ne göre, Başrejisör, sanatın yürütülmesinden, repertuvarın belirlenmesinden ve sahne disiplininin korunmasından sorumlu en üst sanatsal otoritedir. Bu göreve atanacak kişinin, alanında en az 10 yıl sahne ve yönetim deneyimine, kurum içi sanat yönetimi tecrübesine ve rejisörlük geçmişine sahip olması beklenir. Fakat söz konusu atama, bu ölçütlerin hiçbirini karşılamamış; yapılan tercih, bugün de kurumun özerk yapısını zedeleyen bir örnek olarak varlığını sürdürmektedir. Sorun yalnızca kimin göreve getirildiği değil; hangi ilkelerin yok sayıldığıdır. Sanat kurumlarında liyakat ortadan kalktığında, adalet de estetik de susar.

"Bu insanlar yalnızca hoca değil; tiyatronun hafızası, düşünsel sürekliliğidir"

Muhsin Ertuğrul’un halkla buluşturduğu sahne, bugün sessizlikle kuşatılıyor; tiyatro, eleştiriden değil, biattan beslenen bir yapıya zorlanıyor. Bu sorun yalnızca sahnede değil, eğitimde de yaşanıyor. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü, 90’ıncı yılında tek bir sanatçı hocası olmadan yeni eğitim–öğretim yılına başladı. Devlet Tiyatroları’nda görev yapan sekiz sanatçı hocanın ders vermek için aldığı izinler iptal edildi, rektörlük onayıyla çalışan dört öğretim görevlisinin de izinleri yenilenmedi. Bu keyfi karar sonucunda 12 isim bir gecede eğitimden uzaklaştırıldı; iki öğretim görevlisi ise bu duruma tepki göstererek görevlerinden ayrıldı. Yıllardır hem sahnede hem sınıfta emek veren bu sanatçılar, tek bir gerekçe gösterilmeden, bir teşekkür bile edilmeden görevlerinden alındı. Bu insanlar yalnızca hoca değil; tiyatronun hafızası, düşünsel sürekliliğidir. Onları susturmak, bir üniversiteyi değil, bir geleneği susturmaktır. Üstelik bu karar, yalnızca öğretim kadrosunu değil, öğrencileri de doğrudan mağdur etmiştir. Yılda sınırlı sayıda öğrenci kabul eden, eğitimini güçlü bir ekol geleneği içinde sürdüren konservatuvar sistemi; bu kopuşla birlikte geleneğin sürekliliğini kırmıştır.

"Sanata erişim bir lüks değil, yurttaşlık hakkıdır"

Genç sanatçılar, yıllarca konservatuara emek veren hocalarından yoksun bırakılmış, sahneye adım atamadan belirsizliğe itilmiştir. Bir konservatuvarın sessizliği, yalnızca bir okulun değil, geleceğin tiyatrosunun da susturulmasıdır. Aynı anlayış, tiyatrodan sinemaya, müzikten edebiyata kadar her alanda bağımsız üretimi dışlamaktadır. Bu dışlayıcı yaklaşım, kamu kaynaklarının da eşitsiz biçimde dağıtılmasına yol açmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı, desteklerini yalnızca Devlet Tiyatrosu’na yönlendirirken, özel tiyatrolar kendi varlık mücadelesini vermektedir. Bir yanda bütçesi devletçe karşılanan prodüksiyonlar; diğer yanda elektrik faturasını ödeyemeyen, sansüre uğrayan bağımsız sahneler. Üstelik bu sahneler, yalnızca ekonomik değil, kültürel görünürlük açısından da dışlanmaktadır. Destek alamadıkları gibi, tiyatronun en saygın ödül platformlarından biri olan Afife Tiyatro Ödülleri’nde de yıllardır görünmez kılınmaktadırlar. Oysa kültür, seçilmiş bir azınlığın değil, bütün halkın hakkıdır. Sanata erişim bir lüks değil, yurttaşlık hakkıdır.

"Tiyatro yalnızca bir sanat değil; özgür bir ulusun vicdanıdır"

Rene Maheu’nun 1948 İnsan Hakları Bildirgesi’ne dayandırdığı 'kültür hakkı' kavramı tam da bunu söyler: Her birey, toplumun kültürel yaşamına özgürce katılma hakkına sahiptir. Bu hakkı kısıtlayan her karar, yalnızca sanatçıya değil, demokrasinin özüne de müdahaledir. Ve buradan çağrımız, kültür kurumlarını siyasi sadakatle değil, sanatsal liyakatle yönetin. Devlet Tiyatroları’nı bir siyasi parti sahnesine, konservatuvarları bir sessizlik alanına çevirmeyin. Cumhuriyet’in kültür damarlarıyla oynamak, toplumun düşünme yetisini kesmektir. Bizim mücadelemiz, yeni bir düzen kurmak için değil; Cumhuriyet'in emanetini ehline teslim etmek içindir. Cumhuriyet’in kültür politikası, 'itaat eden sanat' değil; düşünen, sorgulayan, özgür bir sanatı savunur. Ve biz bu ilkeyi, her koşulda savunmaya devam edeceğiz. Çünkü tiyatro yalnızca bir sanat değil; özgür bir ulusun vicdanıdır."

Erdal Beşikçioğlu: "Bir an önce akli bir şekilde düzenlenmesi, düzeltilmesi ve fabrika ayarlarına geri dönülmesi gerekmektedir"

Beşikçioğlu ise şunları söyledi:

"Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı bir ekol okuldur. Ekol okulda kendi içinden başlayıp Carl Ebert ile başlayıp Muhsin Ertuğrul ve akabinde de Cüneyt Gökçer hocamızın öğretileri ve kuşaktan kuşağa bilgiyi aktaran bir eğitim kurumudur. Bu kurumun kendi içindeki fabrika ayarlarıyla oynamak, Devlet Tiyatroları'nın kendi içerisindeki karakterini ortadan kaldırır. Tabii sadece bu Hacettepe Devlet Konservatuvarı'nın hocalarına karşı olan, aslında saldırı diyeceğim, diğer okullara da olması gerekirken tek bir noktada Hacettepe Üniversitesi'nde odaklandı. Bu da başka tür bir manidar tavırdır. Bunların bir an önce akli bir şekilde düzenlenmesi, düzeltilmesi ve fabrika ayarlarına geri dönülmesi gerekmektedir. Çünkü bu ulusun devletinin tiyatrosu diğer özel tiyatroların iki adım önünde o özel tiyatroların yolunu aydınlatan bir anlayışda idare edilmesi gerekir. Ben çok üzünç duydum tabii ki. Ama Başkan'ımız bu konuyu Cumhuriyet'in en önemli kurumlarından olan Devlet Tiyatrosu'na yönelik bu anlayışın bir an önce değişip, magazinden uzaklaşıp yaptıkları işler ve kültür sanatıyla tekrar gündeme gelmesini dilemekten başka çaremiz kalmamıştır açıkçası."

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.