Haber: OKTAY YILDIRIM
(İSTANBUL) - Türkiye Belediyeler Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, karşılarında, elindeki gücü asla bırakmak istemeyen ve her şeyi yapmaya hazır bir iktidar anlayışı olduğunu belirterek, "Bu gücü bırakmak istemeyen iktidarın, aynı zamanda Türkiye'nin içinde bulunduğu karanlık günlerin sebebi olduğunu da hatırlatalım. Dolayısıyla şunun farkına varalım, bugün yapılan hamleler, çırpınışlar, tarifleyemeyeceğimiz, utanç duyduğumuz davranış biçimlerinin arkasında yatan gerçek, iktidarın aynı zamanda en güçsüz anında olduğu gerçeğidir. Bu güçsüzlük, onları daha da pervasız yapmaktadır. İşte tam da bu nedenle, iktidarlarının devamını her geçen gün başka başka kumpaslar kurarak, yargıyı sopa gibi bize doğrultarak sağlamaya gayret ediyorlar ve edecekler" dedi.
Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in tutuklanıp, yerine kayyum atanmasına tepki amacıyla CHP, İstanbul’da “Millet İradesine Sahip Çıkıyoruz” başlıklı kampın ikinci gününde, TBMM Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı yapıldı. Toplantının açılışında konuşan İmamoğlu, şunları söyledi:
"İstanbul'umuzun Esenyurt ilçesinde, böylesi bir sebeple bir araya gelmeyi, elbette Türkiye demokrasisi adına ve ülkemizin itibarı adına üzüntüyle karşılıyorum ve üzüntüyle ifade ediyorum. Ne yazık ki, tarihin önemli bir kavşağındayız ve çok acı bir dönemi bu iktidar, muhtelif dönemlerde bize yaşattı ve yaşatmaya devam ediyor. Burada bulunan her birimiz, CHP’nin, partimizin ve bizlerin hissetmeliyiz ki bu önemli kavşaktaki sorumluluğu hayati bir önemdedir. Çok önemli bir sürecin içerisindeyiz. Ülkenin birçok noktasını hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı görevimle hem de Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı görevimle ziyaret ediyorum. Nereye gitsem; ekonomiden sağlığa, adaletten eğitime her alanda bir çöküş tablosuyla karşı karşıya olduğumuzu yaşıyoruz. Ve insanlarımız bizlerle konuşuyor, dertlerini, sıkıntılarını anlatıyor. Herkes sorunlarını ifade ederken, açıkçası sorunlarının sebebini de çok iyi biliyor. Kimin, hangi dönemin, hangi uygulamaların bugün ülkemizi böylesi zorlu bir sürece taşıdığını çok net ifade ediyorlar. Ama bir başka şeyi daha hatırlatıyorlar. O da bize olan duygularını söylerken, CHP’li olarak bize sorumluluğumuzu hatırlatıyorlar. Ve bu tarihi sorumluluğun omuzlarımızda olduğunu ve bize çok büyük bir yük yüklediğini ve bu yükün altından hep birlikte kalkmamız gerektiğini bize hatırlatıyorlar. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, doğulusu, batılısı, yoksulu, zengini ve herkes açıkçası gözlerini bize dikmiş, kulaklarını bize açmış ve bizim ne yaptığımızı takip ediyorlar. Aynı zamanda ne yapacağımızı da açıkçası bir sınav gibi izliyorlar.
“Nereye gitsem, avaz avaz millet bizi çağırıyor”
Bebeklerini, vatandaşlarımızın her kesimini, çocuklarını, sevdiklerini gençlerini güvende hissetmeyen ve her gün biraz daha ağır bir bunalıma sürüklenen 86 milyonluk yurttaşımızdan bahsediyorum. Halkımız, bizden bir kez daha topluma ilham olan, ona önderlik eden, kurucu irade gibi bir irade göstermemizi ve milletimizi bu kötü dönemde tekrar ayağa kalkarak, güçlü bir toplum, itibarlı bir devlet, memleketini, ülkesini, her bireyini eşit bir birey olarak seven, hisseden ve kucaklayan, kucaklanan bir ortamın varlığını yaşayan bir sürecin, bizler tarafından hayata geçirilmesini bekliyorlar. Tabiri caizse nereye gitsem, avaz avaz millet bizi çağırıyor ve millet, bizden bu söylediğim sorumluluğumuzu taşımamızı bekliyor. Bugün özgürlükleri tırpanlanmış, adaletsizliklerle kuşatılmış, yerel seçimde bu iktidara karşı durma direncini, demokratik ruhunu, demokrasi bilincini gösteren, bizi birinci parti yapan milletimizin bizi çağırdığını unutmamanızı diliyor ve istiyorum. Bunu hissetmemiz gerekiyor. Bu kahredici tabloyu değiştirebilecek tek güç olarak Cumhuriyet Halk Partisi'ni görüyor ve bütün muhalif anlayışa ve muhalif düşünceye CHP’nin tarihin en önemli döneminde önemli bir liderlik yapmasını istiyor.
“Milletimiz, yeni bir doğum vaktini bizlerden beklemekteler”
Kurulduğu günden beri, Türkiye'de medeniyetin, kalkınmanın, çağdaşlığın ve bereketin timsali olmuş CHP’liler… Halkımızın içine sürüklendiği ekonomik bunalımdan, adalet krizinden, demokrasi krizinden, açıkçası bizden başka çıkaracak ve bizden başka bu süreci en üst seviyede, birinci en yüksek seviyede taşıyacak bir başka ortam yok. Siyasi, kurumsal ve bu toplumsal çürümenin, çöküşün içinde olduğumuz bu ortamda, sorumluluklarımızı bilerek -biliyorsunuzdur elbet- ama aynı zamanda hatırlatarak, sözlerime başla istedim. Tabii şunu unutmayalım: Her çöküşün, içinde yeni bir süreci başlatmakta, umutlu bir geleceğe hazırlamakta olduğunu da bilelim. Bu çöküş içerisinde, bu zor günlerde nasıl bir başarı elde edebiliriz? Tam da bu bilinçle hareket etmeliyiz. Ki bu millet, defalarca küllerinden doğmayı, çok zor durumda tekrar ayağa kalkmayı başarmıştır. Açıkçası şu anda da milletimiz, yeni bir doğum vaktini bizlerden beklemekteler.
“Karşımızda, elindeki gücü asla bırakmak istemeyen ve her şeyi yapmaya hazır olan bir iktidar anlayışı var”
Son günlerde yaşananlar, bize bir kez daha gösterdi ki, karşımızda, elindeki gücü asla bırakmak istemeyen ve her şeyi yapmaya hazır olan bir iktidar anlayışı var. Var olduğu konumu, yönettiği makamı, mevkii kendisine dair, bir milletin emaneti olarak değil, sanki bir mülk edinmişlik psikolojisi içerisinde hareket eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Ülkeyi yöneten davranış biçimleri böyle ama hangi makamda olurlarsa olsun, yansıması bu şekilde. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu prensibinin var olduğu bir ülkede olduklarını unutarak, yönettikleri alanın sahibi, tapu sahibi, mülk sahibi gibi davranan bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu gücü bırakmak istemeyen iktidarın, aynı zamanda Türkiye'nin içinde bulunduğu karanlık günlerin sebebi olduğunu da hatırlatalım. Dolayısıyla şunun farkına varalım: Bugün yapılan hamleler, çırpınışlar, tarifleyemeyeceğimiz, utanç duyduğumuz davranış biçimlerinin arkasında yatan gerçek, iktidarın aynı zamanda en güçsüz anında olduğu gerçeğidir. Bu güçsüzlük, onları daha da pervasız yapmaktadır. İşte tam da bu nedenle, iktidarlarının devamını her geçen gün başka başka kumpaslar kurarak, yargıyı sopa gibi bize doğrultarak sağlamaya gayret ediyorlar ve edecekler.
“Sözlerimiz sayın Cumhurbaşkanı'nı kızdırmış”
Yeni bir yargı tacizini de taze, daha dün yine bize yaşattılar. Esenyurt Meydanı’ndaki haklı sözlerimiz, ifadelerimiz ve hatırlatmalarımıza, Sayın Cumhurbaşkanı kızmış. Ya da sözlerimiz Sayın Cumhurbaşkanı'nı kızdırmış. Hemen avukatına talimat vermiş. Bana ve Sayın Genel Başkanımıza, 1’er milyon liralık tazminat davası açmış. Medyasında, yargısında; 65 yaşına gelmiş, yaklaşık 40 yılını Türkiye'nin akademik dünyasına, bilim dünyasına ayırmış Esenyurt Belediye Başkanımız, Prof. Dr. Ahmet Özer'in kişilik haklarını ayaklar altına alırlarken, bizim onlara sorduğumuz gerçek ve kanıtlı sorularımızı, kişilik haklarına saldırı olarak görmüşler. Neymiş? Kamuoyu önünde küçük düşmüş. Bizim ne kişilerle ne de kişilikleriyle bir meselemiz olmaz. İlgilenmeyiz bile. Ta ki kişilikleri memlekete zarar verir hale gelene kadar. Bizi, biriktirdiğimiz demokratik değerlerimizi, cumhuriyetin varoluş sebeplerini yerle bir ederek; milletimizi, ülkemizi, devletimizi dünyaya sefil ve rezil ederlerken, işte bunları yaptıklarından, biz tam da bu noktada, gereken sözü söylemeyi, gereken soruyu sormayı asla geride bırakmayız. Açıkçası benim konuşmam ve ifadelerim, tam da bu eksendeydi. Hatta, tamamen sorular sorduğum bir konuşma metniydi. İsteyen tekrar tekrar bakabilir ve okuyabilir.
“Soruları sorduk, sayın Cumhurbaşkanı alındı karşılığı tazminat davası oldu”
'İnsanı aydınlatan, yanıt değil, sorudur.’ Çok değerli bir söz. İşte soruları sorduk, Sayın Cumhurbaşkanı alındı; karşılığı tazminat davası oldu. Şimdi bu kararınızla da açıkçası bir kez daha aydınlanmış olduk. Böylece bu dava, bizlerin haklılığının vesikası olarak da tarihe geçmiştir. Esenyurt Belediye Başkanımız Prof. Dr. Ahmet Özer’in yakalanması, tutuklanması, eve baskın yapılma biçimiyle, bir şafak operasyonu şekliyle sürecin yönetilmesi, tümüyle bu kumpaslar, bugün yaşadığımız ortam da açıkçası en sonuncusu. Olup biteni, resmin tamamını iyi tahlil etmemiz ve kumpaslarına çok güçlü bir şekilde karşı durmamız şarttır. Açık söyleyeyim; CHP’nin belediyesine kayyum atanmıştır beyefendiler, hanımefendiler. CHP’nin 1 milyonluk, Türkiye'nin en büyük ilçesine kayyum atanmıştır. Dünyanın medeniyet beşiği İstanbul'un ve bu İstanbul ki; tam üç kez bükemedikleri Cumhuriyet Halk Partililerin bileği, onların bileğini üç kez bükmüştür ve demokrasinin varlığını ispat etmiştir; böyle bir kentin göbeğinde, 1 milyonluk kente, şehre kayyum atanmıştır. O bakımdan çok önemli bir kumpasın, çok tarihi bir müdahalenin karşısındayız. Buna karşı en güçlü şekilde durmamızın, Esenyurt'ta yapmış olduğunuz bu grup toplantısından ve yarın Genel Başkanımızın önderliğinde yapılacak Parti Meclisi’mizden çıkacak güçlü kararların önümüze ışık tutması şarttır.
“Hoşunuza gitti mi Sayın İçişleri Bakanı?”
Öylesine çürümüş bir ortamdayız ki; az önce ifade ettiğim, 40 yılını Türkiye'nin akademik dünyasına ayırmış, fikirleriyle, kendi kişisel, özgün düşünceleriyle katkı sunma gayretinde olmuş bir insana dair, İçişleri Bakanı olan zat, dün açıklama yaptı. İri iri laflar. Demiş ki, ‘Şehrin emini, terör yandaşı olamaz.’ Ne kadar uydurma, safsata bir kısım cümleleri içeren iddianameyi okuduğumda, ben o iddianameyi yere fırlattım. Bana dökümünü aldıklarında, baktıklarımdan utanç duydum. 10 yıl önceki telefon görüşmesiyle birini ‘terörist’ ilan eden anlayış, işte o itham, dün o sözü söyleyen İçişleri Bakanını, bumerang gibi döner ve vurur. Şimdi buradan bir-iki hatırlatma yapmak isterim. 10 yıl önce Fethullah Gülen'e nasıl övgüler düzdüğünü hatırlatayım. 10 yıl önce, ‘Türkiye'de Türkçe Olimpiyatları geldiği nokta ile maşallahı hak ediyor’ diyen, sensin. Organizasyonu düzenleyenlere teşekkür eden, İçişleri Bakanı olan zat, sensin. Sponsor katkısı sağlayan da sensin. 10 yıl önce, yani terör örgütüyle kol kola olan sensin. Ne diyelim şimdi? Dönüp senin söylediğin sözleri, sana mı ifade edelim? Tam olarak senin cümlelerini de o döneme dair seçersek, şöyle mi diyelim; ‘Sureti Hak'tan görünüp, diğer taraftan zikriyle, fikriyle terör örgütüyle bir olunmaz’ deyip, sana mı hatırlatalım? ‘İçişleri Bakanı terör yandaşı olamaz’ mı diyelim? Bu nasıl olur? Hoş olur mu? Hoşunuza gitti mi Sayın İçişleri Bakanı? Siz, önce Bakanlığınızı kim yönetiyor, ona bakın.
“Sana dahi haksızlık yapılsa, seni bile savunacak yürekli insanlar var bu salonda”
Bakın; insanlara leke atmak, insanları lekelemek, insanları ‘terörist’ ilan etmek, bu ülkede son yılların geleneği haline geldi. Ben İçişleri Bakanı'na şunu söylüyorum: Sana dahi haksızlık yapılsa, seni bile savunacak yürekli insanlar var bu salonda. Siz öyle bir ortamın, kirli bir sürecin birer parçası haline geldiniz ki, çıkıp televizyonlardan makamlarınızı kullanıp, yaptığınız açıklamalarla bu milleti ‘oy veren, vermeyen’ sınıflandırmasıyla; verenlerin ‘iyi vatandaş’, vermeyenlerin ‘terörist’ olduğunu dahi kafasını sallayıp ya da diliyle ikrar eder duruma geldiniz. Ama biz, haklıyı savunan, hakkı savunan, hukuku savunan safımızdan bir adım geri atmayacağız. Açıkçası ben yine bakanlığına hatırlatmak istiyorum. Bu da ayrı bir trajik durum. Bakanlığı kim yönetiyor? Önce onu bulun. Sabah Gazetesi, saatler öncesinden, 6-7 saat öncesinden ‘Kayyum atandı’ diye haber yapıyor. Siz, ‘Yok öyle bir şey, kayyum atanmadı’ diyorsunuz. Sonra aradan saatler geçiyor. Daha mahkeme kurulmamış, mahkeme yapılmamış. Saatler geçiyor… Üzülerek ifade edelim ki; Bakan değil, gazete haklı çıkıyor. Tabiri caizse, ‘Ters köşe oluyorsun’ diyeceğim ama tam olarak da öyle değilsin.
“Suçluluğu kesinleşmemiş insanlara iftira atmayı bile kendinize marifet görmek…”
Tabii iradenizi ve aklınızı birilerine teslim eder, gelen kelimeleri, cümleleri kendi fikrinizmiş gibi ifade etmeye başlar ve milletin hür ve özgür bireylerinin olması gereken o koltuklarda, talimatla hareket eden bir süreç işletilirse, ne yazık ki milletçe, 86 milyon insanımızın başı öne eğilir. Onların gözüne girmek için, suçluluğu kesinleşmemiş insanlara iftira atmayı bile kendinize marifet görmek ya da bir apolet daha takmak için çirkin sözleri ifade etmeyi kendinize mesleğinizin ya da görevinizin bir parçası görmek, utanç verici bir durumdur. İftira atmayın; atmamalısınız. ‘Türkiye, hukuk devleti’ demişsiniz demecinizde; daha en basit, en temel, herkesin bildiği bir kuralı bile yok sayarak demişsiniz. Masumiyet karinesini unutmuşsunuz. O bakımdan, ülkemizin geldiği bu durumu hepimizin hissetmesi şart.
“Bizi bölerek, parçalayarak, korkutarak, savurarak, savrulmamızı sağlama çabasıyla yolumuzdan etmeye çalıştıklarını unutmayın”
Kıymetli Genel Başkanım ve sevgili milletvekillerimiz, sevgili yol arkadaşlarım, dava arkadaşlarım; bu siyasi kumpasın çok sebebi var. Ama en temel hedefinin, partimizin dengesini bozmak olduğunu unutmayın. Bizi kudretsiz göstermek, iç çekişmelerimizin büyümesini sağlamak olduğunu unutmayın. Bizi bölerek, parçalayarak, korkutarak, savurarak, savrulmamızı sağlama çabasıyla yolumuzdan etmeye çalıştıklarını unutmayın. Odağımızı şaşırmamızı, iktidar hedefimizden vazgeçmemizi, müzmin bir muhalefet partisi olmamızı, kendi rejimlerini ve sistemlerini bu ülkeye yerleştirerek, neredeyse daimi bir iktidar kurma çabası içinde olduklarını unutmayın. Ancak buradan ifade ediyorum. Sayın Genel Başkanım ve sevgili yol arkadaşlarım; bu umduklarını asla bulamayacaklar. Bu konuda tavizsiz bir biçimde, kararlı bir biçimde her birimizin yola çıktığını, yol yürüdüğünü ve mutlak ve mutlak Türkiye'mizi aydınlık bir geleceğe kavuşturma konusunda kararlı olduğumuzu hissediyorum. Ve sizlerde de aynı kararlılığı görüyorum. Umduklarını bulamayacaklar.
“Bizden başka umudu kalmamış halkımızı, asla ve asla hayal kırıklığına uğratmayacağız”
Bize yapılan siyasi müdahalelere karşı, güçlü şekilde siyaset yapmaktan başka bir çaremiz yoktur. Toplumla kucaklaşmaktan, onların seslerine ses olmaktan, sorumluluk almaktan asla geri durmayacağız. Sorumluluk alma derecemizi tahmin bile edemeyecekler. Kararlılığımızın ve milletle bir olduğumuzda, birlikte olduğumuzda, kudretimizin derecesini tahmin bile edemezler. Kimsenin bize istikamet dayatmasına, asla izin vermeyeceğiz; vermemeliyiz. Kendi yolumuzdan, kendi prensiplerimizden çizdiğimiz yola göre birlikte hareket edip, birlikte yürüyeceğiz. Bizden başka umudu kalmamış halkımızı, asla ve asla hayal kırıklığına uğratmayacağız. Bu ülkenin kuruluşunda olduğu gibi, bugününde de geleceğinde de mutlak biz varız ve biz olacağız. Bu ülkenin bizlere en üst seviyede ihtiyacı olduğu günlerdeyiz. Milletvekili, belediye başkanı, partimizin tüm kademelerindeki arkadaşlarımızın bu sorumlulukla, tek yürek olma şartı vardır. İhtiyacımız olan tek şey, güçlü bir yoldaşlık, yol arkadaşlığı ve geleceğe dair güçlü bir birlikte bakıştır. Bu hukuku mutlaka korumalıyız ve güçlendirmeliyiz. Bu hukuktan milim sapmamalıyız. Küçük hesapların değil, büyük hedeflerin yolcusu olma iradesinden asla ve asla sapmamalı, çelik gibi dimdik ayakta durmalıyız.
“Biz; o büyük dalgayı büyütüp, güçlendirdiğimizde, hiçbir plan, hiçbir kumpas iktidarı orada tutamaz”
Tek başımıza girdiğimiz 31 Mart seçimlerinde, Türkiye'nin birinci partisi olduk. Bu, dipten gelen büyük bir dalgaydı. Biz, o büyük dalgayı büyütüp, güçlendirdiğimizde, hiçbir plan, hiçbir kumpas iktidarı orada tutamaz. Tutması mümkün değildir. Millet, bunu defalarca ispat etmiştir. Ama biz hata yaparsak, partimizi 31 Mart başarısına taşıyan değişim ve yenilenme sürecinden hız kesersek, ortak akılla hareket etmekten uzaklaşırsak, aramızdaki yol arkadaşlığı duygusunu zedelersek; işte o zaman kaybederiz. Sadece biz kaybetmeyiz. Milletimize ve ülkemize kaybettiririz. Buradan millete öyle güçlü mesajlar verelim ki, bizi çare olarak gören gözü yaşlı analarımızın, kendini güvende hissetmeyen kadınlarımızın, memleketimizde tutunmak isteyen gençlerimizin, güvenli bir ülkede, şehirlerde büyümek isteyen çocuklarımızın, bebeklerimizin gönlü ferahlasın. Toprağından kopmaya yüz tutmuş ne yazık ki çiftçimizin, haysiyet mücadelesi veren emeklimizin, dar gelirlimizin, işçimizin umutları tazelensin.
“Trol ordularını besleyenlerin heveslerini kursaklarında bırakalım”
Cumhuriyet’imizin daha birkaç gün önce kutladığımız ikinci yüzyılının ilk bayramından birkaç gün sonra, demokrasimize, adaletimize ağır darbe vuran bu anlayışa karşı, milletimizin birliği ve beraberliği için, daha büyük bir sıçrama yapacak azim ve iradede birleşerek, yola çıkma konusunda kararlılığımızı en üst seviyeye, hep birlikte taşıyalım. Bugün burada, hep birlikte yıllardır bu partiyi karıştırmak için her türlü imkanı kullanan, özel televizyonlar kurduranlar, trol ordularını besleyenlerin heveslerini kursaklarında bırakalım. Bugün İstanbul'un göbeğinde, medeniyet beşiğinin merkezinde, 1 milyonluk, Türkiye'nin en büyük ilçesine ağır bir darbe vurulan ve kayyum atanan bir ortamda, TBMM Cumhuriyet Halk Partisi grubu, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel liderliğinde toplanmıştır. Bu duyguların ve ifade ettiğim anlayışın karşılığını bize sunacak olan güçlü bir sonucun, güçlü bir iradenin burada şekillenmesini, birlik ve beraberliğimizin arttığı, kol kola yürüdüğümüz, birlikte düşündüğümüz ve geleceğin iktidarını da birlikte hazırladığımız bir sürecin başladığının işaretini verdiğimizde; hem hapse giren Belediye Başkanımıza hem hukuksuzluğa uğrayan, Türkiye'deki diğer bütün insanlara hem de bundan sonra bizden umut için haber bekleyen 86 milyon yurttaşımıza gerekli cevabı vermiş oluruz.”
(BİTTİ)