Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yol açan kanun maddelerinden birinin de kadının kütüğünün evlenmekle kocasının kütüğüne geçirilmesini düzenleyen Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 23. Maddesinin 2. Fıkrası olduğunu ifade eden Doğan ve Ayan, herkes doğumundan itibaren içinde bulunduğu ailenin kütüğüne kaydolduğunu, ancak kadınlar açısından evlenmekle birlikte kütüğün kocanın kütüğüne geçirilmesinin zorunlu olduğuna dikkat çektiler. Temel anlamda bir eşitsizlik ve ayrımcılık oluşturan bu madde nedeniyle, kadınlar hayatları boyunca kayıtlı oldukları ve kişiliklerinin bir parçası olan kütüklerinin zorla değiştirilmesine maruz kaldığını söylediler.
Türk Medeni Kanunu’nda ve Türkiye mevzuatında çeşitli maddeler, tarihsel seyir içerisinde ve kadınların mücadeleleri sonucunda değişikliğe uğradığını hatırlatan milletvekilleri, örneğin, “ailenin reisi kocadır”, “çalışmak isteyen kadın, kocasının iznini almak zorundadır.” gibi kadının bireysel, sosyal ve toplumsal haklarını ellerinden alan ve onu erkeğe tabii kılan köhnemiş yasaların Medeni Kanun’dan çıkartılarak eşitlik adına adımların atıldığını söylediler.
Yıllardır süren kadın mücadelesinin son kazanımlarından birinin de kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanmalarını sağlayan 2023 tarihli Anayasa Mahkemesi kararının olduğunu, kadın-erkek eşitliğine aykırı olan TMK 187. Maddesinin iptal edilerek, eşitliğe uygun yeni bir düzenleme yapılması gerektiğine karar verdiğini hatırlatan milletvekilleri, yasal düzenleme için verilen sürenin geçmesine rağmen karara uyumlu soyadı kanunu yapılmamış, kadınlar bu süre içerisinde mağdur olmaya devam etmiştir dediler.
“Kutsal aile”, “güçlü aile yapısı”, “Türk aile yapısı” söylemleri kadın cinayetlerini engellemiyor!
TBMM’ye sunulan 9. Yargı Paketi’yle teklif edilen “Kadının soyadı” maddesi ve teklifin gerekçesi; objektif, hukuki, bilimsel ve toplumsal ihtiyaçlardan uzak, siyasi iktidarın fikir ve zihniyet yapısını hâkim kılmaya yönelik ifadelerin içerdiğini, “Kutsal aile”, “güçlü aile yapısı”, “Türk aile yapısı” gibi söylemlerle, kadınların kişisel hakları ve alanlarının giderek daraltılmak istendiğini ifade ettiler.
Uluslararası Sözleşmeler neden uygulanmıyor!
Son olarak, Doğan ve Ayan Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler düzeyindeki 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)’ın, 1985 yılından itibaren imzacısı olduğunu hatırlatarak, “Uluslararası Kadın Hakları Yasası” olarak da kabul edilen CEDAW’ın, sözleşmeyi imzalayan devletlere kadınlara yönelik ayrımcılığın tüm biçimlerini önlemek, kadınların toplumsal durumlarını iyileştirmek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine sebep olan ve sürdüren yasa ve uygulamaları değiştirmek üzere sorumluluk yüklemekte olduğunu, Türkiye’deki mevcut yasa ve uygulamaların geçen 39 yıla rağmen CEDAW’daki ilke ve esaslara uyumlu hale getirilmeyerek, sözleşmeye aykırılıkların kronikleşmiş olarak devam ettiğini, bir an evvel yasaların uyumlu hale getirilmesi için adımların atılmasını gerektiğini söylediler.