Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edilen 8 Mart tarihinin, Türkiye’de son yıllarda daha yaygın biçimde kutlandığına dikkat çeken Kara, “Bundan 15-20 yıl öncesinde, 8 Mart kutlamalarının bu kadar fazla katılımcı çekmediği söylenebilir. Ülkemizde ilk kitlesel 8 Mart yürüyüşleri, 1970’lerin sonlarında yapılmıştı; 2003’te de Feminist Gece Yürüyüşü gibi etkinliklerle tanıştık. Ancak tüm bunlara rağmen kadınlar, haklarına ve özgürlüklerine yönelik saldırılara maruz kaldıkça, 8 Mart’a daha fazla ilgi göstermeye başladı. Burada, iktidarın hem kadınlara hem 8 Mart tarihinin kendisine yönelik tutumunun birlikte ele alınması gerekiyor. Biz, AKP iktidarının, özellikle 2015 ve sonrasında, yeri geldiğinde kadın haklarını hiçe sayan bir tutum takındığını görüyoruz. Bunu sadece biz değil, tüm kadınlarımız görüyor. İstanbul Sözleşmesi’den çıkılması, söz konusu tutumun en açık örneğidir. Kadına yönelik şiddete karşı yasal güvenceler sağlayan, buna hiç değilse niyet eden İstanbul Sözleşmesi, bizim için büyük bir kazanımdı. Bu sözleşmeden çıkılmasıyla, 8 Mart etkinliklerine yönelik yasakların artması, bir tesadüf değil. Biz kadınlar, bu nedenle, aslında iki yönlü bir baskı altındayız: Bir yandan haklarımız, bir yandan da onu koruma ve savunma araçlarımız elimizden alınıyor. 8 Mart tarihi bu yüzden her geçen yıl daha anlamlı ve önemli bir hale geliyor” diye konuştu.
YILDIRIM KARA: MÜREFFEH TOPLUM HEDEFİ EŞİTLİKTEN GEÇİYOR
Kadınların hak ve özgürlüklerinin sadece şiddete karşı korunmadan ibaret olmadığını belirten Kara, “Kadın hakları, sadece şiddete karşı korunmayı içermiyor; onu da içine alan, çok daha kapsamlı bir kavram. Medeni hakların tanınmasından iş yaşamına katılmaya, çocuk yaşta evliliklerin engellenmesinden cinsiyete ücret eşitsizliklerinin azaltılmasına kadar pek çok alanda çabalamayı gerektiriyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu mücadeleyi, ülkemizin ‘çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma’ mücadelesinden ayrı görmemiz mümkün değildir. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanlar, buna tanıktır: 1926’da çıkartılan Medeni Kanun, 1935’te kadınlara tüm seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanınması başta olmak üzere, kadınların hak ve özgürlüklerini genişletmek adına gerçekleştirilen inkılaplar, bugün kadın mücadelesinin dayanak noktası olmaya devam ediyor. Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği 10’uncu Yıl Nutku’nda dediği gibi, ‘yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz’. Resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan pek çok araştırmanın bulguları bunu doğruluyor: ILO ve TÜİK’in 2020 yılında hazırladığı rapora göre, ülkemizde cinsiyete dayalı olarak, kadınların aleyhine yüzde 15’lik bir ücret farkı bulunmaktadır. Kadınların iş gücüne katılımı, 2023’ün ekim-aralık döneminde, tüm gelişmelere rağmen yüzde 35’te kalmıştır. 15-24 yaş grubunu kapsayan işsizlik oranı, kadınlar için yüzde 21 olarak ölçülmüştür. Ülkemizde 1993 ve 2018 yılları arasında gerçekleşen çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikleri inceleyen Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu raporu, 16-19 yaş grubundaki evliliklerde kadınların oranını yüzde 16 olarak saptamıştır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre sadece geçtiğimiz yıl 315 kadın cinayeti işlenmiş, 248 kadın ise şüpheli biçimde yaşamını yitirmiştir. Bu sayılar, günlük yaşamda, biz kadınların tecrübe ettiği tüm olumsuzlukların sadece bir özeti ve dökümüdür. Yaptıklarımızı, yapabileceklerimizi asla yeterli görmüyoruz; kadınlara yönelik her türlü ayrımcılık ve baskının ortadan kalkması için verilecek mücadeleyi, siyasi çabalarımızın ayrılmaz parçası olarak görüyoruz. 100’üncü yaşına ulaşan cumhuriyetimiz, kadın ve erkek yurttaşları arasında tam eşitliği tesis etmiş bir cumhuriyet olacaktır. Ancak o zaman Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık seviyesi ve müreffeh toplum hedefi gerçekleşmiş olacaktır” dedi.