CHP Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada; “İktidarın şiddetten, şiddetin iktidardan beslendiği bir dönemin içindeyiz. Son seçimlerde ‘kutsal aile’, ‘6284 zulmü’, ‘süresiz nafaka kaldırılsın’ gibi söylemlerle; son haftalarda ise ‘Yeni Anayasa’ diyerek kadınların temel haklarını dahi tartışmaya açan bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Aile anlayışını evli ve çocuklu kadınlar üzerinden tanımlayan bu zihniyet, boşanmayı zorlaştıran yaklaşım ve uygulamaları ile kadınların hayatını tehlikeye atmaktan, varsa çocukların da can güvenliğini ve ruhsal durumlarını hiçe saymaktan vazgeçmiyor” değerlendirmesini yaptı.
CHP Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla açıklama yaptı. Bankoğlu, şu değerlendirmeleri yaptı:
“Kadına yönelik şiddetin sıradanlaştığı, olağan hale geldiği, tam da bu nedenle her gün daha fazla şiddet olaylarının gerçekleştiği bir ülkede yaşıyoruz. Bianet’in verilerinde yıl başından bugüne en az 288 kadının öldürdüğünü, sadece güvenlik güçlerine bildirilmiş 350 kadına taciz ve yine sayısız cinsel şiddet, istismar vakalarının yaşandığını görüyoruz. Şiddet sadece şiddete maruz kalanların değil; tüm toplumun sorunu olduğu ölçüde politik bir boyut da taşıyor. Özellikle siyasi alanda cinsiyetçi politikalar ve söylemler üreten, kadını eve hapseden, kadın bedeni üzerinde tahakküm kurmayı hedefleyen, kadını yaşamın her alanında engelleyen, özgürlüğünü kısıtlayan girişimler şiddetin sıradanlaşmasına neden oluyor. Siyasi alanda başlayan ayrımcılık, toplumsal alana da nüfuz ederek sosyal politikalardan medyaya, hukuki düzenlemelerden eğitim müfredatına kadar birçok alanda şiddetin sıradanlaşmasına, hatta kurumsallaşmasına neden oluyor. Bu yönüyle kadına yönelik şiddetin bu denli artmasında İstanbul Sözleşmesi’nden ‘ben yaptım oldu’ diyerek bir kararla çıkan ‘tek adam’ zihniyetinin de payı bulunmaktadır.
Kadına yönelik şiddet, birçok farklı dinamiği içinde barındıran kapsamlı bir durum. ‘Kadına yönelik şiddet de kadın cinayetleri de politiktir’ derken politik olanı ekonomiden ve toplumsal ilişkilerden bağımsız düşünmemek gerekiyor. İş yerinde, sokakta, günlük yaşamda ülkenin dört bir yanında her gün onlarca şiddet olayıyla karşılaşıyoruz. Türkiye bir şiddet sarmalına sıkışmış durumda. Ekonomik buhran içinde hayatta kalmaya çalışanların maruz kaldığı ekonomik şiddet, patronun işçisine uyguladığı sınıfsal şiddet, sokak hayvanlarına uygulanan şiddet, çocuk istismarı gibi güçsüz olan ne varsa ona yönelen şiddet tam da bu sarmalın işaretlerini bizlere sunuyor. Bu aşamada her şey, muktedir olanın keyfi şiddet uygulamayı kendinde hak görmesiyle başlıyor. Hukukun, yazılı kuralların, evrensel normların geçerliliğini yitirdiği bir ortamda ne yazık ki en büyük acıyı kadınlar yaşıyor. Yüzlerce cinayete, istismara ve suçlara rağmen iktidar, şiddete göz yumuyor, hatta yer yer şiddetin savunucusu olarak karşımıza çıkıyor.
“İKTİDARIN ŞİDDETTEN, ŞİDDETİN İKTİDARDAN BESLENDİĞİ BİR DÖNEMİ YAŞIYORUZ”
İktidarın şiddetten, şiddetin iktidardan beslendiği bir dönemin içindeyiz. Son seçimlerde ‘kutsal aile’, ‘6284 zulmü’, ‘süresiz nafaka kaldırılsın’ gibi söylemlerle; son haftalarda ise ‘Yeni Anayasa’ diyerek kadınların temel haklarını dahi tartışmaya açan bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Aile anlayışını evli ve çocuklu kadınlar üzerinden tanımlayan bu zihniyet, boşanmayı zorlaştıran yaklaşım ve uygulamaları ile kadınların hayatını tehlikeye atmaktan, varsa çocukların da can güvenliğini ve ruhsal durumlarını hiçe saymaktan vazgeçmiyor. Seçim kazanmak için koalisyon oluşturduğu partilerin de kadına bakışı ortadadır. Dolayısıyla karşımızda sadece cumhuriyetin 100 yıllık kazanımlarını değil, özellikle kadınların kazanımlarını hedef alanlarla kol kola bir AKP bulunmaktadır. 2023 Mayıs’ından itibaren kadınların hayatı ve geleceği daha büyük tehlike altındadır.”
“KADINLARIN CAN GÜVENLİĞİ SAĞLANMIYOR”
Kadını çalışma hayatında eşitsizliğe maruz bırakıp eve hapseden ve kadını sadece çocuk bakmakla görevlendiren, çocuk yaşta evliliği ‘çocuğun rızası’ olarak nitelendiren bu bakış açısı da ne yazık ki kadına yönelik şiddetin artmasına neden oluyor. Benzer şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının akabinde faillere karşı, onlarca tehdit almasına ve şikâyet etmesine rağmen kadını korumayan yönetim anlayışı; yani kadınların can güvenliğini sağlamayan bir iktidar var. Yine kadın katillerinin haksız tahrik başta olmak üzere çeşitli cezai indirim veya aflardan yararlanıp elini kolunu sallayarak salıverilmesi, cezasız bırakılması, şiddeti bu failler nezdinde, üzülerek söylüyorum, teşvik etmektedir. Öyle ki, şartlı tahliyesinde ‘yarım bıraktığı işi tamamladığını’ söyleyen ya da bir aşka kadını öldüren örnekler ne yazık ki var. Konya’da 1,5 yaşındaki kızının ve eşinin üzerine kaynar su döken ve cezası iyi hal indirimiyle 3 yıla indirilen Ali Ay’ın ‘şimdi seni öldürsem 5 yıl alırım, 3 yıl yatar çıkarım’ sözleri hala hepimizin kulaklarında.
“YÜZLERCE KADIN CİNAYETİ VE FAİLLERİN CEZASIZ KALDIĞI ÜLKE: TÜRKİYE”
Adalet kavramının yok edildiği ülkemizde en büyük acıyı kadınlar yaşıyor. Yüzlerce kadın cinayetlerde yaşamını yitiriyor. Failler cezasız kalıyor. Bu kahredici tabloda yine Anayasa değişikliği gerekçesiyle kadınların kazanılmış haklarını hedef alanlara karşı topyekûn mücadele etmemiz gerekiyor. Sokakta, iş yerinde ve günlük yaşamda şiddete karşı birlik ve dayanışma içinde olmak yine en temel sorumluluklarımızdan biridir. Fiziksel, psikolojik ne olursa olsun her türlü şiddete karşı en net ve en sert duruşu göstermemiz gerekiyor. Bu düşüncelerle 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde şiddete hayatının bir döneminde maruz kalmış tüm kadınları dayanışmaya çağırıyorum. Biz CHP olarak iktidarın şiddet diline, ayrıştırıcı ve ayrımcı sözlerine ve kadını hedef alan tüm eylem ve tutumuna karşı tüm gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz.”