Kamuoyunda maden şirketlerine yönelik önemli bir tepki bulunduğunu hatırlatan
Kara, “Madencilik faaliyetlerinin ülkemize ne karşılığında, hangi yararı sağladığı
konusundaki tartışmalar, anlaşılan, önümüzdeki günlerde yoğunlaşarak devam
edecektir. Halihazırda faaliyet gösteren maden şirketlerinin ve işletilen maden
sahalarının doğal varlıklarımıza verdiği zararı konuşurken, şimdi de ‘nadir toprak
elementleri’ üzerinden, madenlerimizin artan biçimde uluslararası tekellerin emrine
sunulması ihtimalinden söz etmeye başladık. Partimizin bu konudaki tavrı; her
zaman ulusal çıkarları önceleyen ama aynı zamada ekolojik dengeyi koruyan, ‘vahşi
madencilik’ uygulamalarına son vermeyi, ülkemizi madencilik şirketlerinin oyun
alanı olmaktan çıkartmayı sağlayacak bir politika olmuştur.
30 Ekim tarihli Resmi Gazete, bu tartışmalardan ayrı düşünülemeyecek bir
düzenleme içeriyor; 2022 yılında yayımlanan Maden Yönetmeliğinde önemli
değişiklikler yapılıyor. Yönetmelik maddelerini okuduğunuzda, başlangıçta,
neredeyse olumlu denebilecek düzenlemeler olduğunu görüyorsunuz. Madencilik
faaliyeti yapmak üzere izin alan şirketlere, izin aldıkları alandaki sondaj
çalışmalarının bulgularını dijital ortama yükleme zorunluluğu getirilmiş; maden
işletmelerinde iş sağlığı ve güvenliğini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış.
Fakat düzenlemenin satır aralarına ve sonlarına doğru bakıldığında, ormanlar başta
olmak üzere, hassas alanlarda vahşi madencilik yapılmasını mümkün kılacak bazı
ifadeler görüyoruz. Bunların en dikkat çekeni, yönetmeliğin 114’üncü maddesinde
yapılan değişiklikler. Buna göre devlet ormanları içinde maden aranması ve
işletilmesi için gereken tesislere artık 24 ay süreyle bedelsiz izin verilecek; OGM’nin
uygun görmesi durumunda bir 12 aylık ek süre tanınacaktır. Bundan önceki
yönetmelikte, bu tesisler için bir bedel ödeneceği belirtiliyordu ve süre uzatmaları
bakanlığın uhdesindeydi. Bunların yanısıra bakanlığın faaliyet izninin ÇED hükmü
taşıyacağı belirtilmektedir.
Yönetmeliğe eklenecek bir maddeyle Tarım ve Orman Bakanlığı, ormanlık
alanlardaki madencilik faaliyetleri için verilecek izinlerini gerçek ve tüzel kişilere
devredebilecek. OGM de devir işlemleri öncesinde madencilik faaliyetinin
yürütüleceği alanda ‘kazı gerektirmeyen’ arama çalışmaları yapabilecek” ifadelerini
kullandı.
Mevcut yönetmeliğin 110’ncu maddesine eklenecek ifadelerle, ruhsat
düzenlendikten sonra da madencilik faaliyeti yürütülen alanın izne tabi hale gelse
bile madencilik faaliyetlerine devam edilmesi sağlanacaktır.
Söz konusu değişiklikte özellikle yönetmeliğin 105’inci maddesinden çıkartılan
ifadelerin özellikle dikkat çekici olduğunu düşünüyoruz. Yönetmeliğin mezkur
maddesinde izne tabi alanlar sıralanmakta; yapılan değişiklikte ise bu alanların sayısı
önemli ölçüde azaltılmaktadır. Yönetmeliğin yeni halinde tarım toprağı, tabiat
anıtları, tabiat koruma alanları, kent ormanları, nadir ekosistem alanları, tarihi
yapılar ve sit alanları, sulak alanlar ve su havzaları artık izne tabi alanlar arasında yer
almayacaktır. Bu maddeler göz önüne alındığında ‘Maden şirketleri için ısmarlama
yönetmelik mi hazırlanmış?’ diye sormamak mümkün değil.
YILDIRIM KARA: AKP ‘ORMANLARI GÖZDEN ÇIKARDIM, ALTIYLA
ÜSTÜYLE SİZİNDİR’ DİYOR
Yönetmeliğin özellikle ormanlık alanları korumasız bıraktığını vurgulayan Kara,
“Ormanlarımızda madencilik faaliyeti yürütecek şirketlere yol açmaları, tesisler inşa
etmeleri için, bedelsiz biçimde, üç yıla kadar uzatılabilecek bir süre tanımak, ‘Ben,
bu ormanları gözden çıkardım; altıyla üstüyle sizindir’ demekten başka bir anlama
gelmiyor. Yönetmeliği hazırlayanların niyetleri sorulsa, muhtemelen, yatırımcı dostu
olmak gerektiğinden söz edeceklerdir. Yatırımcı dostu olmak ve ülkenin doğal
varlıklarına düşman olmak arasındaki fark, bu iktidar için artık anlamlı bir ayrım
teşkil etmiyor.
Bakanlık iznini ÇED raporuna denk saymak, ÇED sürecinin etrafından dolanmak
için hazırlanmış bir yasal kılıftır. Zaten maden şirketleri bu süreçlerden kurtulmak,
olabildiğince hızlı biçimde çalışmalar yapabilmek için can atarken bu düzenlemeyi
yapmanın kamu yararı açısından bir anlamı yoktur. ÇED başka, izin başka bir
şeydir; ‘Biz izinleri ÇED yazım yöntemine göre hazırlarsak o ÇED olur’ demek de
yurttaşlarla alay etmektir.
105’inci maddede yapılan değişikliğin maden şirketlerine fazlasıyla geniş bir hareket
alanı tanıdığını ne kadar vurgularsak azdır. İlgili fıkradan çıkartılan alanların hem
yurttaşların geçim kaynaklarını hem de ulusal bitki ve hayvan varlığımızın önemli bir
bölümünü içeren alanlar olduğu görülüyor. Yeni haliyle bu yönetmelik belki on
binlerce aileyi ekmeğinden etmenin, maden şirketlerinin fazlasıyla tahrip ettiği doğal
varlıklarımızı daha da tüketmenin yolunu hazırlıyor. Muhtemelen maden şirketleri
bununla da yetinmeyecek; izne tabi alanların daha da küçültülmesini isteyecektir.
Bu yönetmelik, göz boyama amacıyla hazırlanmış maddelerinin altında, vahşi
madencilik için bir teşviktir. ÇED süreci işletilmeksizin maden açmanın nelere yol
açtığını kendi şehrimizde gördük. Yapılan değişiklikler sonucunda bu yönetmelik de
ülkemizin maden şirketleri tarafından talan edilmesini kolaylaştırmaktan başka bir
işe yaramayacaktır” diye konuştu.
 
               
       
       
       
       
      





