"CUMHURİYET BİLHASSA KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR!"

Mondros Mütarekesi ile 30 Ekim 1918’de fiili ömrünü tamamlayan Osmanlı İmparatorluğu enkazı üzerinde, Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayı Milliye kahramanlarının; 600 yıl boyunca cahil bırakılmış, 400 yıl boyunca "etrak-ı bi idrak" denilerek aşağılanmış, 300 yıl boyunca yenilgi savaşlarıyla kırılmış, yoksullaştırılmış ve nihayet 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile esaret ve zillete mahkum edilmiş Türk Ulusu' nu ayağa kaldırıp azim ve kararını harekete geçirerek yoktan var ettikleri dünyanın en haklı, en ahlaklı, en namuslu devletidir Türkiye Cumhuriyeti.

28 Ekim 2025 Salı 15:37
"CUMHURİYET BİLHASSA KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR!"



Cumhuriyetin yoktan var edildiği elbette gerçektir, ama var edenlerin elinde
neredeyse hiçbir olanak olmadığı da bir diğer gerçektir.
30 Ekim 1923 sabahı bir mektup aldı İsmet Paşa. Mektupta Cumhurbaşkanı Mustafa

Kemal Paşa kendisini başbakan aramayı düşündüğünü bildiriyor ve memleketin hal-i pür-
melalini anlatıyordu...

Hepsi İstanbul'da sadece 4 fabrika kalmıştı Osmanlı'dan; Feshane Yün, Bakırköy Bez,
Beykoz Deri ve Hereke İpek. Hepsi buydu.
Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus' da vardı, o da 'var' denebilirse. Zira koca
memleketin toplam elektrik üretimi ancak 50 kilovatsaat kadardı.
40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu. Erkeklerin sadece yüzde 7'si, kadınlarınsa
ancak binde 4'ü okuyup yazabiliyordu.
Kadın insandan da, nüfustan da sayılmıyor, kız çocuğa evlat değil, başlık parası karşılığı
satılacak mal gözüyle bakılıyordu. Nazım'ın dediği gibi, kadın "soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen" di sahiden. Ne seçme seçilme hakkı vardı ne boşanma, ne
velayet, ne malları üzerinde tasarruf, ne çalışma, ne de tek başına seyahat hakkı... "Y"
kromozomunun yalnız erkekte (XY) bulunduğu, kadında (XX) sadece X kromozomu olduğu,
bu nedenle doğacak çocuğun cinsiyetini erkekten gelen kromozomun belirlediği (Y gelirse
erkek, X gelirse kız) bilinmediğinden erkek çocuğu olmayan kadın ya kapının önüne konuyor
ya da üzerine kuma getiriliyordu.

2

12 milyon nüfusun yarısı salgın hastalıkların pençesinde inler, sıtma, frengi, trahom,
verem, tifo, kolera, tifüs kol gezerken ne aşı vardı elde ne ilaç. Bebek ölüm oranı binde
400'ün üzerindeydi. Doğan her iki bebekten biri 1 yaşına gelmeden ölüyordu. Ortalama
yaşam süresi 40 yıldı. Büyük çoğunluğu İstanbul ve İzmir'de olmak üzere sadece 337 doktor,
60 eczacı, 4 hemşire, 136 da ebe vardı. Diş hekimi ise hiç yoktu, o işi berberler ve nalbantlar
yapıyordu.
Tarımsal üretim felçti. Ne traktör vardı ne biçerdöver, ne gübre, ne tarım ilacı. Şeker
üretilemiyor, ayçiçeği bilinmiyor, ekmeklik un bile ithal ediliyordu.
Yurdun her yeri yıllar süren savaşlar, işgaller, isyanlar nedeniyle yangın yeri gibiydi. 40
bin köyün 30 bininde cami yoktu. 115 bin bina tamamen yıkılmıştı. 12 bin bina ağır
hasarlıydı. Binden fazla köy kül olmuştu. Derhal imar etmek gerekiyordu, ama kişi başına
ulusal gelir sadece 45 dolar, ödenmesi gereken Osmanlı'dan kalmış Düyun-u Umumiye
borcunun bugünkü karşılığı da 470 milyar dolardı. Sermaye de yoktu, teknik eleman da araç
gereç de deneyimli iş gücü de...
Dört mevsim kullanılabilen karayolu yoktu. Demiryollarının, limanların, madenlerin
tamamı yabancıların eşindeydi. Tuzumuz bile bizim değildi.
12 milyon insan farklı zamanlarda, farklı mevsimlerde, farklı saatlerde yaşıyordu. Kimi
alaturka, kimi mevali, kimi gurubi, kimi ezani saat, kimi hicri, kimi rumi takvim kullanıyordu.
Dirhem, okka, çeki ile alışveriş yapılıyor, arşın, kulaç, fersah ile ölçülüyordu. Ne gramdan,
tondan haberi vardı toplumun, ne metreden, kilometreden...
Sanatla da hiç aramız yoktu. Müze nedir, bilmiyorduk. Arkeolojinin adını bile
duymadığımızdan tarihi eserlerimiz talan edilmişti.
Sadece 4 bin 894 ilkokul, 172 ortaokul, 23 lise vardı ve liselerde okuyan toplam kız
öğrenci sayısı 230'du. İstanbul'daki Darülfünun ‘un ise, bilimsel eğitimle uzak yakın hiçbir
ilgisi yoktu. Ülkemizin toplam öğrenci sayısı nüfusumuzun ancak %3'ü kadar, 360 bin
civarındaydı.
Anadolu kitapla, kütüphane ile tanışmamıştı. Cumhuriyete kadar toplam baskı sayısı
ancak 27 bin kadar olan sadece 23 kitap yayımlanabilmişti. "İstanbul'da bir yılda yazılanlar
Paris'te bir günde yazılanlardan daha azdır." diyen Voltaire haklıydı.
Bu içler acısı durumun yaratıcıları Batı emperyalizminin acımasız sömürü düzeninden
ve işbirlikçi Saray rejiminin "Tek Adam" despotizminden kurtulmak, bir an önce muasır
medeniyet seviyesini aşma hedefine yönelmek, bunun için de Millî Mücadele döneminde
olduğu gibi yine bütün yokluk ve yoksunlukları aşmak gerekiyordu. Mustafa Kemal
Atatürk'ün ve Kemalist Devrim kadrolarının varlık nedenleri, boyun borçlarıydı bu.

3

Emperyal sömürü düzeninin çarkını da kırdılar, Saray'ı da tepelediler, Hilafeti de
kaldırdılar. Eğitim birliğini ve laik bilimsel eğitimi gerçekleştirip, üniversite reformunu
hayata geçirip, tekke ve zaviyeleri kapatıp, bütün tarikatları yasaklayarak cehaletle savaşı
da kazandılar. Halkı kitap, kütüphane ve müze ile de buluşturdular. Viran olmuş memleketi
imar da ettiler. Demiryollarını, limanları, madenleri de devletleştirdiler. Misyoner okullarını
da kapattılar. Aşı ve ilaç üretip salgın hastalıkları da bitirdiler. Borçları da ödediler. "Her
fabrika bir kaledir" şiarıyla 46 fabrika kurup Türkiye'yi uçak üreten bir sanayi ülkesi ve
"köylü milletin efendisidir" anlayışıyla kendini doyuran 7 dünya ülkesinden biri yapmayı da
başardılar... Devleti hep namusla, liyakatle, akıl ve bilimle yöneterek az zamanda çok ve
büyük işler yaptılar. Hırsıza, yolsuza, talancıya, dolandırıcıya, şeriatçıya gericiye göz
açtırmadılar. Emperyalizme uşaklık etmeye, nüfuz ticareti yapmaya, millet malına
çökmeye kalkan soysuzlara dünyayı dar ettiler, ocaklarını söndürdüler. "Milletvekili sadece
milletvekilliği yapar, iş takipçisinden, komisyoncudan, din istismarcısı yobazdan milletvekili
olmaz" dediler. Böyle oldu "Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi", böyle yaratıldı
Cumhuriyet Mucizesi ve o nedenle tükenmez Türk Milleti'nin Atatürk Sevgisi...
Kurtarıcı ve kurucu önderini maalesef çok erken kaybetti Türkiye. 10 Kasım 1938'in
hemen ardından gelen 2. Dünya Savaşı yıkımının etkisiyle 1950'den itibaren işbaşına gelen
ve halen devam eden sağ iktidarlar döneminde Atatürk'ün akıl ve bilim yolu ile başarısı
kanıtlı Kemalist Devlet anlayışı terk edildi. Aydınlanma Devrimleri görmezden gelindi. Laik,
bilimsel, kamusal ve ücretsiz eğitim yozlaştırıldı, eğitim birliği berhava edildi, tarikatlara ve
imamlara teslim edilen okullar tekkeye, zaviyeye döndürüldü. Toplumcu kamucu sağlık
sistemi ticarileştirildi, hastaneler ticarethane, hastalar müşteri oldu, yerli ve milli aşı ve ilaç
üretimi sıfırlandı. Üretim ekonomisinden vazgeçildi, 126 ülkeden tarım ürünü ithal edilmek
zorunda kalındı. Yargı Bağımsızlığı, Hukukun Üstünlüğü ve Kuvvetler Ayrılığı ilkeleri yok
sayıldı. Geçici sığınmacı kılıklı ne idükleri belli milyonlarla demografik yapımız tarumar
edildi. Demokrasi tramvay bellendi. Orduya siyaset sokuldu. Devlet "Şahsım Devleti" ne
dönüştürüldü. Millet fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşürüldü... Geldik bugüne!
"İşte bu ahval ve şerait içinde dahi" vazifemizin bilincindeyiz. Atatürkçü Düşünce
Derneği olarak Kemalizm'in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asarak
milletimizle birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti'ne ulaşacağız, söz veriyoruz.
Cumhuriyetimizin 102. yaşı kutlu olsun.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ

GENEL MERKEZİ

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.