Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçesinin görüşüldüğü TBMM Genel
Kurulu’nda CHP grubu adına söz alan İstanbul Milletvekili Türkan Elçi, ülkedeki kadın
cinayetlerine ve önlenebilir sebeplerden yaşamını yitiren çocuklara dikkat çekti.
FİSA’nın Çocuğun Yaşam Hakkı raporuna değinen Elçi, Ocak - Haziran ayını
kapsayan süreçte 343 çocuğun yaşamını yitirdiğini ifade etti. “İlgili kurumların
üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmemelerinden ötürü yüzlerce, binlerce kişi
hayatını kaybediyor”, dedi.
Yargı iyi işler yapanları cezalandırıyor, failleri ise koruyor
Yargının ve eğitim sisteminin işlevsel olmamasına dikkat çeken Elçi, “yargının sadece
siyasal amaçlara hizmet eden bir mekanizmaya dönüştüğünü” ifade etti. Tutuklanan
ve yerine kayyım atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’den konuşmasında
söz eden Elçi, “Esenyurt gibi dar gelirli ailelerin çoğunlukla yaşadığı ve şiddetin
yaygın olduğu bir ilçede bununla mücadele etmek için canla başla çalışan Belediye
Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması yargının siyasallaşmasının bir sonucudur.
Bunun örnekleri çok fazla. Aynı örnekleri koruma talebi olan kadınların
katledilmesinde de görmek mümkündür. Burada alenen bir tercihte bulunulmaktadır.
İyi işler yapanları cezalandırmak, failleri ise korumak ve cezasızlık politikası
uygulamak”, dedi.
Kadınlar evin içerisine hapsedilmek isteniyor
İktidarın kadınları evin içerisine hapsetmek istediğini vurgulayan Elçi, “Kadınları eve
mahkûm eden, karar alma süreçlerinden dışlanan, kadını dilsizleştiren bir politika
üretilmeye çalışılıyor. Oysa kadınlar gündelik hayatın ve karar alma süreçlerinin bir
parçası olmadan demokrasiden söz edemeyiz” dedi. AKP’nin kadına şiddet
meselesini kendisine yakın sivil toplum örgütleriyle çözmeye çalıştığını ifade eden
Elçi, demokrasi için eleştiri kültürünün önemine dikkat çekti.
Bir ülkede toplumsal barış yoksa, bir kadın kızının cesedini buzdolabında
saklamak zorunda kalır
CHP İstanbul Milletvekili Türkan Elçi, bir ülkede demokrasinin olup olmadığını, o
ülkede kadınlara ve çocuklara tanınan haklardan ve kadınların özgürlüğüne çizilen
sınırlardan anlayabiliriz, dedi. Konuşmasını Cumartesi Annelerine ve Emine
Çağırga’ya dikkat çekerek sonlandıran Elçi, şunları ifade etti: “Örneğin, bir ülke faili
meçhul cinayetlerinin faillerini cezasızlıkla ödüllendiriyor ise Cumartesi Anneleri
adıyla meydanlarda 30 yıl süren direnişler olur. Bir ülke toplumsal barışını tesis
edememiş ise bir kadın kızının cesedini buzdolabında saklamak mecburiyetinde kalır.
Bir ülke adaletsiz gelir dağılımını bir kader olarak dayatıyorsa, bundan yine en çok
etkilenen kadınlar olur ve bir çocuğu okula aç göndermenin ne demek olduğunu en
iyi kadınlar bilir. Bir ülkenin kurumlarında çürüme yozlaşma başlamışsa ve şiddet
olağan bir yaşam tarzına dönüşmüşse kutsal ailelerde önce kadınlar ve çocuklar
katledilir”.
Sayın başkan, değerli milletvekilleri,
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçesi, direkt kadınların yaşam hakkına, güvenliğinin
sağlanmasına, onurlu bir yaşama ulaşmasına olanak sağlaması sebebiyle ayrı bir öneme
sahiptir. Ve her birimizi tek tek ilgilendirmektedir.
Öyleyse, bu bütçenin şiddet ve ölüm tehdidiyle baş başa kalan kadınların sığınacakları
sığınma evlerine, iş olanaklarına, barınma sorunlarına, bir birey olarak yaşayabileceği hayata
öncülük etmesi gerekmektedir.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu verilerine göre 2024 yılının ilk 10 ayında 357 kadın
katledilmiş. FİSA’nın Ocak-Haziran ayını kapsayan “Çocuğun Yaşam Hakkı” raporu ise yalnızca
6 ay içinde 343 çocuğun “önlenebilir sebeplerden” hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. İlgili
kurumların üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmemelerinden ötürü yüzlerce, binlerce
kişi hayatını kaybediyor.
Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin artmasının birden çok sebebi var. Yargı ve eğitim gibi
kurumların işlevsel olmaması bundaki en büyük faktörlerin başında geliyor. Çünkü yargı
sadece siyasal amaçlara hizmet eden bir mekanizmaya dönüşmüş. Örneğin Esenyurt gibi dar
gelirli ailelerin çoğunlukla yaşadığı ve şiddetin yaygın olduğu bir ilçede bununla mücadele
etmek için canla başla çalışan Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması yargının
siyasallaşmasının bir sonucudur. Bunun örnekleri çok fazla. Aynı örnekleri koruma talebi olan
kadınların katledilmesinde de görmek mümkündür. Burada alenen bir tercihte
bulunulmaktadır. İyi işler yapanları cezalandırmak, failleri ise korumak ve cezasızlık politikası
uygulamak.
Dolayısıyla kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, bir devlet politikası olarak kabul
edilmediği; kamu kurumlarının ve demokrasinin güçlenmesini sağlayan sivil toplum örgütleri
ve yerel yönetimlerle iş birliği sağlanmadığı sürece çözümü mümkün olmayacaktır.
Kadınlar evin içerisine hapsedilmek isteniyor. Kadınları eve mahkûm eden, karar alma
süreçlerinden dışlanan, kadını dilsizleştiren bir politika üretilmeye çalışılıyor. Oysa kadınlar
gündelik hayatın ve karar alma süreçlerinin bir parçası olmadan demokrasiden söz edemeyiz.
Örneğin, AKP iktidarının ilk dönemlerine kadına şiddet konusunda alınabilecek önlemleri
belirten 2006/17 genelgesi yayınlanmıştı. Kurumların iş birliği içinde hareket etmesine imkân
sağlayan bir genelgeydi. Ancak 2023/16 genelgesi ile yürürlükten kaldırıldı.
Sivil toplum örgütleri iktidara yakınsa kabul görüyor. Kadın sorununu kendine yakın bulduğu
sivil toplum kuruluşları ile çözmek istiyor. Ancak demokrasiler, eleştiri kültürü ve farklı bakış
açılarının çeşitliliğiyle güçlenebilir.
Kadınların sosyal yaşama dahil olması, hayati kararlar alabilmesi için ekonomik bağımsızlığa
ihtiyaçları vardır. Sosyal hayata katılımlarını kolaylaştıracak adımlardan biri de çocuğuna
sağlanacak kreş imkanıdır. Örneğin 2016’da yayımlanan başka bir genelgede “koruyucu ve
önleyici tedbirler” başlığıyla iş birliği yapılacak kurum ve kuruluşlar arasında yerel yönetimler
adres olarak gösterilmişti.
Oysa 25 Kasım 2024 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı üzerinden yerel yönetimlere belediyelere
ait kreşlerin kapatılmasına ve yenilerinin açılmasına izin verilmemesi ile ilgili resmi yazı
gönderildi. Tabii ki bu karar kendilerinin olmayan belediyelere uygulanmaya çalışılıyor.
Neticede kreşlerin kapatılmasıyla yine kadınlar zarar görecek, sosyal ve ekonomik hayattan
çekilerek eve hapsedilecektir.
Özetlemek gerekirse, bir ülkenin demokrasiyle yönetilip yönetilmediğine kadınlara ve
çocuklara verdikleri haklardan, kadınların özgürlüğüne çizilen sınırlardan anlayabiliriz.
Fakat her şeye rağmen kadınlar çizilen sınırların dışına çıkmayı becerebilen ve yaşanan
mağduriyetlerin en iyi anlatıcısıdırlar.
Örneğin, bir ülke faili meçhul cinayetlerinin faillerini cezasızlıkla ödüllendiriyor ise Cumartesi
Anneleri adıyla meydanlarda 30 yıl süren direnişler olur.
Bir ülke toplumsal barışını tesis edememiş ise bir kadın kızının cesedini buzdolabında
saklamak mecburiyetinde kalır.
Bir ülke adaletsiz gelir dağılımını bir kader olarak dayatıyorsa, bundan yine en çok etkilenen
kadınlar olur ve bir çocuğu okula aç göndermenin ne demek olduğunu en iyi kadınlar bilir.
Bir ülkenin kurumlarında çürüme yozlaşma başlamışsa ve şiddet olağan bir yaşam tarzına
dönüşmüşse kutsal ailelerde önce kadınlar ve çocuklar katledilir.